H alk ağzında dolaşan ve aslı musevilerin tevrat'ından gelen tanrının insana ruhunu burnundan verdiğine dair bir anlatı vardır. Geçenlerde eski bir yahudi düşünürünün kitabını olurken hikayenin aslına denk geldim. Bugün ki gazeteyi okuyana kadar bu konu beni heyecanlandırmamış ve düşüncelerimi anlatmaya gerek duymamıştım. Artık anlatmam gerek. Din eğitimimizin parçası olarak bize anlatılan tanrı adem'a ruhunu burnundan üfledi (ya da verdi) hikayesi doğru değil. Bu hikaye hıristiyanlarda da müslümanlardaki gibi anlatılıyor ve sanırım onlarda aslını değiştirmişler. Hikayenin en eski hali yahudilerin tevratından geliyor. Eski bir düşünür ve din kitapları araştırmacısı olan Spinoza'nın bir kitabında bu hikaye detaylı olarak incelenmiş, ben de ordan öğrendim. İbranice de “ruh” kelimesi iki anlama geliyor; “rüzgar ve bir canlının ruhu” daha doğrusu rüzgarın ağaçlara yaptığı gibi onu harekete geçiren ya da canlandıran şey anlamında. Tevrat kara toprakları üzerinde rüzgar esmesini
E ski bir Hoca Nasrettin fıkrasıdır şu kazan hikayesi. Hani sonu “Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanmıyorsun?” diye biten. Bu fıkra bana bugün dünyanın içerisinde bulunduğu durumu çok iyi anlatan bir fıkra olduğunu düşündürüyor. Biraz şakayla karışık şu kazan meselesini irdelemek istiyorum. Kazanlar doğurmaz, malum. Doğurmak sadece canlıların işidir, hatta canlıların da küçük bir grubunun işi. Çoğalmaktır canlı olmak, öldükten sonra yaşamı devam ettirmektir çoğalmak. Her canlı eninde sonunda öleceği için çoğalmak zorundadır yoksa yaşam son bulur. Ama bir de bu olaya tersten bakmak lazım yani canlılar çoğalmak istedikleri için birilerinin ölmesi gerekir. Buna bilimsel olarak Maltus hipotezi diyorlar. Çünkü sonsuza kadar çoğalınca canlılar, bu dünya birilerine dar gelir. Canlılar yaşadıkları ortama sığmayınca ya da besinler yetmeyince birilerinin ölmesi gerekir. Ölüm tanrısal (aynı zamanda bilimsel) bir kanundur bu nedenle çünkü ölüm olmadan hiçbir canlı türü sonsuza kadar ü